
Blog
Erdem Yazaroğlu'nun Kaleminden Yardımlaşma
Öncelikle aşağıdaki mübarek Ayet-i Kerimeyi ve kısa açıklamasını lütfen dikkatle okuyalım.
Kehf Suresi, 28. Ayet:
(Rızasını dileyerek sabah-akşam Rablerine dua edenlerle olmak için elinden gelen çabayı göster. Dünya hayatının çekiciliğine meylederek gözlerini onlardan çevirme! Bizi anmaktan kalbini gafil kıldığımız, kötü arzularına uymuş ve işi gücü aşırılık olan kimseye boyun eğme!)
Ayet-i Kerimenin Kısa Tefsiri: Kureyş’in ileri gelen ailelerine mensup müşrikler, Hz. Peygamber’in (s.a.v) fakir müminlerle birlikte bulunmasından rahatsızlık duyduklarını, bu insanları yanından uzaklaştırması halinde kendisiyle görüşebileceklerini söylüyorlardı. Bu ayet, Hz. Peygamber’e (s.a.v) hitap ederek aynı tutum ve zihniyeti benimseyen insanlara şöyle bir uyarıda bulunmuştur:
Üstünlük ve şeref, dünya malında ve ziynetinde değil, gönül ziynetindedir, yani iman ve güzel ahlâktadır. Servet ve mevki sahipleri öne alınıp, yoksullar arkaya itilemez. Servetleriyle kibirlenen zenginlerin hatırı için fakir Müslümanlar ihmal edilemez. Sen ayırım gözetmeden Allah’ın ayetlerini herkese oku. İlâhî mesajdan kimin daha çok yararlanacağını sen bilemezsin, onu ancak Allah bilir. Öyle ise sakın o fakirleri yanından uzaklaştırma, bilâkis onlarla birlikte olmaya candan gayret göster!
(Tefsir. Kur’an Yolu. Diyanet İşleri Başkanlığı)
* * *
Sevgideğer Dostlarım!
Allah’ın rahmet ve bereketi hepimizin üzerine olsun. Cenab-ı Hak üzerimize hayırlar yağdırsın (Âmin).
Bu mübarek ayetler sadece o döneme hitap etmiyor. Ahir zaman Müslümanları olan bizlere de hitap ediyor. Önce yaşanmış bir olayı sizlerle paylaşmak isterim…
Birkaç çocuğuyla, tek başına hayata ve umuda tutunmaya çalışan bir teyzemiz.
Evlere temizliğe giderek, geçimini temin etmeye ve kimseye yük olmamaya çalışıyor.
Bir bayram mevsimi, mahalle sakinleri bu teyzemize bol gıda yardımı yapmışlar. (Allah hepsinden razı olsun)
Teyzemizde bayramda tek, tek evlerine giderek teşekkür etmiş ve bayramlarını tebrik etmiş. Buraya kadar her şey tamam, problem bundan sonra başlıyor…
Teyzemiz, kendisiyle düzenli olarak ilgilenen hoca hanıma sarılıp; hıçkıra, hıçkıra ağlıyor ve şunları söylüyor:
-Hoca Hanım!
Bu mahalle halkı, bayramdan önce bana gıda yardımı yaptı. Ben bayramda hem teşekkür etmek, hem de bayram ziyareti için, benden küçüklerin bile ayağına gittim. Bayramlarını tebrik edip, yaptıkları yardımlar için teşekkür ettim.
Allah, hepsinden razı olsun.Ama bir Allah’ın kulu, evimin kapısını çalıp da bayramımı tebrik için gelmedi. Ben şimdi şunu anlıyorum hoca hanım…
Mahalle halkı bana demek istiyor ki:
Sen muhtaç birisin. Gariban ve fakir olduğun için, sana yardım ediyoruz. Fakat senin bayramını tebrik etmiyoruz. Çünkü, sen bizim altımızdasın. Bizimle denk değilsin. O yüzden senin bayramını tebrik etmiyoruz!
Değerli dostlarım!
Empati yaparak kendimizi o teyzenin yerine koyduğumuzda, benzer duygu ve düşünceleri bizde hissederiz. Öncelikle, teyzemizi tebrik etmek gerekir. Sıkı gözlemciymiş. Dille ifade edilmeyen ama davranıştan dökülen gizli aşağılamayı iyi farketmiş!
Gelelim asıl konumuza…
Bu soysuz ve sefil davranışı;
- dandik ve kıytırık mazeretlerle,
-süslü cümlelerle,
-kelimelere takla attırarak,
-samimiyetten yoksun savunma mekânizmalarıyla kapatmaya ve meşru göstermeye çalışmak, yapılan hatadan daha çirkin ve sefil bir davranıştır.
Hiç olmazsa hatanın kabul edilmesi ve telâfi cihetine gidilmesi gerekirdi. Bu bile yapılmamıştır. Teyzenin ruhu aşağılanmış ve incitilmiştir.
Unutmayalım ki insan; ceset ve mideden ibaret bir varlık değildir. Gıda yardımı yapanlar, ruhun temel gereksinimleri olan;
-farkına varmayı,
-ilgi ve şefkati,
-adam yerine konmayı,
-değer vermeyi ve değerli hissettirme gibi temel psikolojik gereksinimleri görmezden gelerek teyzenin ruhunu incitmişler, bilerek/bilmeyerek onu aşağılamışlar, onu ağlatmışlardır! Yazıklar olsun!
Eğer bu soysuz ihmal cehaletten geliyorsa, bunu izale edelim, nasıl davranılması gerektiğini öğrenelim, bu bilgiyi çevremizle paylaşalım.
Yok eğer kibirden geliyorsa, bu kibir sahiplerini itibarsızlaştıralım. Beş para değer vermeyelim. Şerefini; statüsünden, oturduğu lüks evden, bindiği arabadan, kullandığı eşyadan alan bu kibir abidelerini, adam yerine koymayalım ki yanlışlarının farkına varsınlar.
Bu yazıyı bunun için kaleme aldım ki, daha fazla can yanmasın, daha fazla çam devirmeyelim. Bu anlayış bizi bırakın gelecek yıllara, yarına bile taşımaz! Bu ikiyüzlü davranışlarımızı görüp de bize bakarak ateist olmayan gençlerin ellerinden saygıyla öpüyorum ben.
Mekke müşrikleri, sahabenin yıldızları ve garibanları olan;
-Hz Ammar ibn-i Yasir,
-Hz. Habbab bin Eret,
-Hz. Bilal-i Habeşi (Allah hepsinden razı olsun.) gibi zatlarla birlikte oturmayı kibirlerine yediremiyorlardı. O yüzden Peygamber Efendimizden (s.a.v) onları yanlarından kovmasını istemişlerdi. Yukarıdaki ayet onların bu aşağılık talepleri sebebiyle inmiştir.
Günümüzde ilişkilere baktığımızda Mekke müşriklerinin, fakir ve toplum içinde hiçbir statüsü olmayan, ismini zikrettiğimiz yıldız sahabelere tepeden bakan, kibirli, küstah ve sefil davranışların benzerini görmekteyiz ne yazık ki!
Ne yazık ki statüsü olmayan, gariban ve mustazaf bir Müslüman’ın acısı paylaşılmıyor. Onun evine gidilip cenaze taziyesi yapılmıyor. Ya telefonla, ya da mesajla geçiştiriliyor. Bayramda onun evine gidilip bayramı tebrik edilmiyor.
Sevgideğer Dostlarım!
Her insanın içinde “duygusal richter ölçeği” dediğimiz “hassas ölçekler” vardır. Her insan, kendisine verilen önemi, değeri hisseder ve bilir.
Her insan, adam yerine konmadığını, geçiştirildiğini ve arka plana itildiğini de hisseder ve bilir.
Her insan; sezonluk, sahte ilgileri ve bir iş bitesiye kadar geçici olarak kullanıldığını hisseder ve bilir, ahmaklar ve mazoşistler hariç!
Bırakın insanı, hayvanlar bile, kendisine verilen değeri bilir ve hissederler.
Lütfen dikkat!
Farklı şehirde olan insanlar, telefonla (mesajla değil!) taziye yaparlar. Aynı şehirde olanların mazerete sığınma hakkı yoktur. Kaldı ki her engel, mazeret değildir. Japon teknoloji bakanının dediği gibi, mazeret terazisinin tartamayacağı yük yoktur.
Yine bir bilgenin dediği gibi, mazeretler vicdanın ağrı kesicileridir. Mazeretler geçici olarak vicdanı uyuşturabilir ama susturamazlar. Vicdan; kediye, keseye, kasaya, kariyere ya da başka şeylere satılmamışsa tabi ki.
Samimiyeti güçlü olan adam, bin bir çeşit maharet üretir, mazeret değil!
Niyeti bozuk adam da bin bir çeşit mazeret üretir! Çünkü niyeti bozuktur. Samimi değildir. Samimiyet bir Müslüman’ın davranışlarından fışkırır, süslü konuşmalarından değil!
Dil ne söylüyor, ayak nereye gidiyor, iyi bakmak gerekir! Davranış sözden ayrı yürüyorsa ikisini de bırakın gitsin! Gandi’nin dediği gibi; hiç kimsenin ruhumda kirli ayaklarıyla gezinmesine izin veremem!
Bizler Amerika’nın zencilere yaptıkları zulümleri sözüm ona kınıyoruz öyle değil mi? Pekiyi, bizde statü, zenginlik vb. sebepler yüzünden, sınıf ayrımı yaparak gariban ve statüsü olmayan Müslüman kardeşlerimize zenci muamelesi yapıyor muyuz, yapmıyor muyuz?
–Cenaze taziyelerine gitmeyerek,
-bayramlarda ziyaretlerine gitmeyerek,
-sevinç ve üzüntülerini paylaşmayarak,
-onları yanımızdan uzaklaştırıyor muyuz, uzaklaştırmıyor muyuz?
(Yukarıdaki ayet-i kerimede dikkat çekildiği gibi)
Bunu elimizi vicdanımıza, vicdanımızı Kur’an-a havale ederek soralım. Kendimizle yüzleşelim. Psikologların dediğine göre; bir insanın yanlışlarıyla yüzleşmesi, ona kanser hastası kadar acı verirmiş. Yüzleşmek zordur, ama mümkündür.
Varlığına iman ettiğimiz ahiret gününde, daha büyük acılar yaşamamak için bu acıyı şimdi yaşayalım.
Şimdi tekrar nefsimize soralım…
Bizler Müslümanlar olarak çevremizde bayramına ve cenazesine gitmeyerek, sevinç ve üzüntüsünü paylaşmayarak, zenci muamelesi yaptığımız insanlar var mı, yok mu?
Zenginin başka bir şehirdeki düğününe “havuç görmüş tavşan” gibi uçarak giden insanlar, burnunun dibindeki cenaze sahibine gariban ve statüsü olmadığından bahisle taziye için gidiyorlar mı, gitmiyorlar mı?
O garibanın bayramını bizzat evine giderek tebrik ediyorlar mı, etmiyorlar mı? Bunu insafla soralım. Bırakalım Amerika’nın zencilerine acımayı, kendi mahallemizin zencilerini görelim önce!
Şairin dediği gibi:
Çok insan yıldızlara (uzaklara) bakarken, paçasından damlayanları görmez.
Hele bir paçamızdan neler damlıyor, onlarla yüzleşelim önce…
Bizler ömründe bir defa cinsiyet değiştiren insanları eleştiriyoruz.
Ama günde kırk defa şahsiyet değiştiren insanları neden görmüyoruz?
Bizler; kız kardeşini satarak, kendine ve kız kardeşine eroin alan batılı insanları ayıplıyor ve kınıyoruz! Ama günde onlarca nurtopu ilkeyi satarak menfaat devşiren nefislerimizi, neden sorguya çekmiyoruz?
Bizler, cahiliye Mekke’sinin; kibirli ve küstah müşriklerine, gücünü paradan alan müşrik kapitalistlere kızıyoruz.
Pekalâ, fakire ve garibana tepeden bakan, onları adam yerine koymayan abdestli ve statülü kapitalistleri neden sorgulamıyoruz?
Bizler ırkında şeref arayan kafatasçılara ve Nazilere kızıyoruz.
Pekiyi, bugün akraba ve aidiyet kafatasçılığı var mı, yok mu?
Kaçımız; “zulüm bizdense, ben bizden değilim” diyen aktivist Rachel Corrie kadar asil davranabiliyor?
Bizler, benim atam maymundur diyenlere kızıyoruz, eleştiriyoruz.
Ama gariban ve mustazaf insanların acılarına karşı “üç maymunu” oynuyoruz.
Hani Hz. Adem’den gelmiştik, maymundan gelmemiştik? Hem Hz. Adem’den geldik diyeceğiz, hem de gariban insanların acılarına karşı üç maymunu oynayacağız!
Hz. Adem’den (s) gelmek, sîret iledir, sûret ile değil!
Duygu körüysen, kardeşinin acılarına karşı üç maymunu oynuyorsan, nerden geldiğinin bir önemi yoktur. İslâm; mensubiyetle değil, merbutiyetle ilgilenir. İnsan kalbi de konuşulanlarla değil, hissettirilenlerle ilgilenir.
Bilelim ki acıyı hisseden canlıdır, paylaşan insandır. Sîreten evrim geçirip maymunlaşmış insanlar, acıları paylaşamazlar!
Sanırım maksat hasıl oldu. Söz uzadıkça belağatı azalırmış. Sözü; yazdıklarımızın hepsini hülâsa eden Üstad Mehmet Akif’in bir şiiriyle bitirmek isterim:
“Çiğnenirsek biz bugün, çiğnenmek istihkakımız:
Çünkü izzet nerde, bir bak, nerdedir ahlâkımız.
Müslümanlık pâk sîretten ibaretken yazık,
Öyle saplandık ki levsiyyâta: Hâlâ çıkmadık!
Zulme tapmak, adli tepmek, hakka hiç aldırmamak;
Kendi asudeyse, dünyâ yansa, baş kaldırmamak;
Ahdi nakzetmek, yalan sözden tehâşî etmemek;
Kuvvetin meddahı olmak, aczi hiç söyletmemek;
Mübtezel birçok merasim: İnhinalar, yatmalar,
Şaklabanlıklar, riyalar, muttasıl aldatmalar;
Fırka, milliyet, lisan namıyla daim ayrılık;
En samimî kimseler beyninde en ciddî açık;
Enseden aslan kesilmek, cepheden yaltak kedi…
Müslümanlık bizden evvel böyle zillet görmedi”
Şu ifadeyi lütfen defalarca tefekkür edelim:
“Enseden aslan kesilmek, cepheden yaltak kedi…”
Cenab-ı Hak bizlere; duyguda, düşüncede, eylemde istikamet nasip etsin.
Cilalı İmaj devrinin ve modern cahiliyenin putlarına tapmaktan bizleri muhafaza buyursun (Âmin).
Selam, sevgi ve dua ile.