Blog
Halit Volkan Cengiz Beyin anısına;
Tam da öyle Şen ismine uygun bir insandı, Allah rahmet eylesin.
Recep Koçak Beyin kaleminden Halit Volkan Cengiz Beyin anısına;
Halit Volkan Cengiz Bey’i ahirete uğurlarken
Ankara’da Fakülteden mezun olmuş iş hayatına ilk adımımı atmıştım. O yıllarda 100 bin tirajı aşarak bir rekor kırmış, ilgi ve dikkatle takip edilen İslâm Mecmuası’nın merkezi Ankara’daydı. Fakülteden de Hocam olan merhum Prof. Dr. M. Es’ad Coşan Hocaefendi’nin öncülüğünde yayınlanan İslâm, Kadın ve Aile, İlim ve Sanat dergileri Vefa Yayıncılık bünyesinde neşrediliyordu. Dergilerimizin başyazılarını da merhum Hocamız yazıyordu. Öğrenciliğimin son aylarında yarı zamanlı olarak çalışmam için Mecmua’ya davet edilmiştim. Bu davet karşısında sevinçten uçmuştum adeta. Zira okumayı, yazmayı, yazı işlerini seviyordum. Sevdiğim bir işi sevdiğim ağabeylerle birlikte ve sevdiğim bir büyüğümün kurduğu bir işyerinde yapacaktım.
Öğrenciliğim 1986 yılı Haziran ayında sona erdi. Ben de tam mesai ile Mecmua’da çalışmaya devam ettim. Tam mesai ile çalışmaya başladığım aylarda dergilerin merkezinin İstanbul’a taşınma kararı alındı. Yazı işlerini temsilen ve idari sorumlu olarak Ankara’da ben kalıyordum.
O yılın yahut 1987 yılının sonuna doğru idi. Yılmaz Bayat Bey dergilerin genel müdürlüğüne getirildi. Peşinden dağıtım işlerinin koordinatörlüğünü ise Halit Volkan Cengiz Bey üstlendi. Halit Bey göreve geldiği ilk aylarda Ankara büromuzu ziyaret etti. Tanıştık. İlk defa o gün görüyordum kendisini. Samimi, coşkulu, içten ve dost canlısı idi. Genel merkezden gelmiş bir idareci gibi değil, bir ağabey gibi davrandı. İçinde bulunduğumuz şartları özetledi. Önümüzde bizi bekleyen acil ev önemli işlere dikkat çekti. Güven, şevk ve umut veren bir duruşu vardı.
Yılmaz Bey ve Halit Beyin görevleri uzun sürmedi. Yılmaz Beyin yerine Mefail Deribaş Bey geldi. Onunla 1991 yılı Eylül ayı sonuna kadar çalıştık.
Halit Beyle bir süre görüşemedik ama birbirimizi ağabey –kardeş sevmiştik. Arada bir yerlerde karşılaştık. Gönül bağımız hiç kopmadı, zayıflamadı.
Aradan yıllar geçti. Benim Vefa Yayıncılık, Seha Neşriyat, AKRA FM ve Sağduyu Gazetesindeki görevlerim sona ermiş Deniz Feneri Derneği Yönetim Kurulundan aldığım davetle 2000 yılı Şubat ayında dernekte Kurumsal İletişim Müdürü olarak çalışmaya başlamıştım.
Kısa bir süre sonra Halit Volkan Cengiz Bey de Deniz Feneri Derneği Yönetim Kurulu üyesi olarak ekibe dâhil oldu. Onun genel kurul ve yönetim kurulu üyelikleri yıllarca devam etti. Sadece genel kurul ve yönetim kurulu üyelikleri değil, Derneğin bir gönüllüsü ve bağışçısı olarak da katkı ve destekleri hiç eksilmedi.
Halit Bey dernek yönetiminde bulunduğu yıllarda tekstil işiyle meşguldü. Sık sık yurtdışına çıkması gerekiyordu. Ama yönetimdeki herkes biliyordu ki o Deniz Feneri’ne candan hizmet etmek için adeta çırpınıyor, toplantılara katılım konusunda azami dikkat sarf ediyordu.
Onun yurtdışından yeni geldiğinin tatlı bir nişanesi oluyordu hep. Toplantıya katılanlara kavala kurabiyesi ikram ediyordu. Belki de 15 yıldan beri ne zaman kavala kurabiyesi çıksa karşıma Halit Beyi hatırlarım.
Onunla yıllar önce Ankara’da ilk tanıştığımızda hissettiğim duygular devam ediyordu. O her zaman olduğu gibi samimi, iyi niyetli, çevresindeki herkesin işini kolaylaştırmak için azami gayret sahibi güzel bir insan, samimi bir mümindi. Arkadaş, dost ve kardeş bildiği kişilere güven veriyor, ilgileniyor, takip ediyor ve gönüllerinde taht kuruyordu.
Deniz Feneri yönetiminden ayrıldıktan ve aktif ticari hayatını neticelendirdikten sonra Diyanet Vakfı’nın İstanbul kadrosunda Kaynak Geliştirme Koordinatörü olarak görev üstlendi. Doğrudan Vakıf Mütevelli Heyetine bağlı olarak çalışıyordu. Orada da kurumun menfaatleri doğrultusunda çok güzel işler yaptığı hususunda bilgi sahibiyim.
Diyanet Vakfı’ndan ayrıldıktan sonra çok sayıda kişiye ve kuruluş yetkilisine danışmanlık yapıyordu. Karşılığında maddi bir karşılık beklemeksizin o kişiye hayat tecrübesini, bildiklerini aktarıyor duasını alıyordu..
Kısa bir süre önce Deniz Feneri genel merkezinde bir araya geldik. Ramazan Ağabey’in İyilik Evi’ni geçici olarak stüdyoya dönüştürmüştük. Dernek yönetiminde bulunmuş kişilerle röportajlar yapıyordum. Hem derneğin dijital arşivini oluşturuyor hem de çıkaracağımız kitapta, hazırlayacağımız belgeselde yer vermek üzere yaşanmış güzel iyilik hikâyeleri kayda geçiriyorduk.
Halit Beyle bir saatlik bir sohbet kaydetmiştik. Konuşmanın bazı yerlerinde ikimiz de duygulandık, gözlerimiz yaşardı. Zira okuyanların, izleyenlerin yüreğini titretecek şeyler anlatmıştı.
Kıs bir süre önce onun koronavirüs illetine yakalandığını duyunca üzüldüm ama fazla endişe etmedim. Onu tanıyan çoğu kimse gibi, “Halit Bey yediğine, içtiğine, sağlığına, kilosuna çok dikkat eden, titiz bir insan. İnşaAllah kolayca atlatır bu hastalığı” dedim.
Bir süre evde tedavi gördü sonra hastaneye kaldırıldı. Haberler iyi gelmiyordu. Durumu giderek ağırlaşıyordu. Son mesajında yoğun bakımın devam ettiğini ama o gün kendisini iyi hissettiğini yazmıştı.
Çarşamba günü (25.11.2020) yüreğimizi dağlayan haberi aldık. Halit Volkan Cengiz Bey irtihali dar-ı Beka eylemişti. Perşembe günü saat 12.00’da Beykoz Kılıçlı Köyünde kılınan cenaze namazı sonrasında aile kabristanlığında son yolculuğuna uğurlandı. Cenaze namazını Deniz Feneri’nde uzun yıllar birlikte görev yaptıkları, kardeşi, dostu, kayınbıraderi İbrahim Altan Bey kıldırdı.
Cenaze namazı vesilesiyle onu son yolculuğunda yalnız bırakmayan çok sayıda dostu ve kardeşinin hüsnü şehadet sözleri Kılıçlı Köyünün semalarında yankılandı. Her biri Halit Beyin bir iyiliğini, güzelliğini, bir yürek fethi hikâyesini anlatıyordu. Onlardan üç baba, oğullarıyla nasıl candan ve yakından ilgilendiğini, her türlü meselesinde onlara ağabeylik, amcalık, danışmanlık yaptığını anlatıyorlardı. İlgilendiği her genç bir ömür boyu Halit Beye dua edecek artık. Yüreğine dokunduğu her genç onun birer sadakayı cariyesi olacak.
O cömert bir insandı. Üstelik sadece malını, parasını değil; vaktini, bilgisini, birikimini, tecrübelerini ihtiyacı olanlara cömertçe sunmuştu.
Onunla kısa bir süre önce yaptığımız söyleşiden çok anlamlı, çok etkileyici birkaç bölümü dikkatinize sunuyor, Rabbimden mekânını cennet eylemesini diliyorum.
***
Son öğrencisini burada yetiştirdi, engelli bir kardeşimiz vardı, Refik Tezcan. Eşi de engelliydi, karton kâğıt toplayarak evlerini geçindiriyorlardı. Rabia isimli bir de kızları vardı. Refik Tezcan’a bir araba alınması gerekti, yolda kalan külüstür bir arabası vardı. Ramazan Ağabey çekim yaparak o arabayı milyonlara göstermiş ve orada bir dua/temenni olarak “Refikciğim belki bir hayırsever çıkar da senin bu arabanı yeniler” demişti, araba yenilendi. Refik Tezcan sürücü belgesi alacaktı ama okuma-yazmasının olmadığı anlaşıldı. O zaman rahmetli anneniz ona hocalık yaptı. Hatırladığım kadarıyla haftada bir gün düzenli olarak dernek merkezine geldi, Refik de geldi. Babanız da -Allah sıhhat afiyet versin-, annenizin şoförlüğünü yapıyordu.
Oradaki şey de çok enteresan, annem bir kat merdiveni bile kilosundan, yaşından, hastalığından dolayı çok zor çıkıyordu. Emekliydi zaten, onun için her gün asansörü olmayan binada 4 kat iniyor, babam ona şoförlük yapıyor, babamla beraber buraya Güngören’deki evden geliyorlardı. Biz anlamakta zorlanıyoruz; “Anne, sen yaşlı başlı insansın, babamı alıyorsun, arabayı alıyorsun, haftada 1-2 gün gidiyorsun” diye uyarıyorduk.
Refik okuma-yazmayı öğrendi. Tabi o yetmiyordu, bunu resmiyete büründürmek gerekiyordu. Onu Halk Eğitim Merkezine gönderdik. Bir gün odama geldi “Ben 3 yıllık belgemi aldım” dedi, ilk üç yılın belgesini almış, annenize çok dua ediyordu. Annenizi arayıp müjdeyi verdim, “Öğrenciniz ilk üç yıla karşılık gelen belgeyi almış” dedim. Çok sevindi. Dualar etti. O bizim son konuşmamız olmuş, kısa bir süre sonra onun vefat haberini aldık.
Bir veya iki ay sonra vefat etti, vefatı da çok enteresandır. Hayırla yâd ettik, bir insanın gülerek ve severek öldüğünü gördüm ben. Beni telefonla aradılar, hemen koştum gittim; ölürken yanındaydım, oturduğu yerde tebessüm ederek son nefesini verdi.
Adı da zaten Şen’di değil mi? İki ismi vardı.
Evet, Nazire Şen.
Tam da öyle Şen ismine uygun bir insandı, Allah rahmet eylesin.
Rahmetli annem öleceği gün dahi sabahtan beni aradı, iki konu görüştük o gün, hiç unutmuyorum. Bir gece öncesinde de ben yoldan gelmiştim, annem hastaydı, ziyaretine gitmiştim. Gece yaklaşık 3 saat bana talimatlar verdi, şunu şöyle yapacaksın, bunu böyle yapacaksın vs. Ertesi gün de beni iki defa telefonla aradı, birisinde bir kızımızın işe alınması için yardımcı olmamızı istedi; diğerinde de “Oğlum burada ihtiyaç sahipleri var, hemen onlara paket yapıp kıyafet yolla” dedi. Annem hayrı çok seven ve vefatında da üzerinden hiçbir maddi varlığı çıkmayan bir insandır. Onun dünya ile hiç alakası yoktu, ne parasını bilir, ne maaşını bilirdi. Mesela 30 küsur sene öğretmenlik yapmıştır, maaşını bir gün bile eline almamıştır. Babam gider alırdı, o idare ederdi. Allah rahmet eylesin, burada da yeri gelmişken söyleyelim. Ben yönetim kuruluna girince, bir taraftan da işler dolayısıyla koşturuyoruz. Annemi ziyarette zaman zaman gecikmeler oluyordu; bazen 10 bazen 15 gün, bazen bir ay gidemiyordum. Yurtdışına git, koştur, git-gel… Bir gün hem mazeret hem özür babında ve biraz da şikâyet ederek “Anne çok yoruluyorum, bir taraftan işler, bir taraftan Deniz Feneri. Hakikaten takat getirmek çok zor, ne yapsam” falan dedim. Böyle konuları annemle hep istişare ederdim, Allah rahmet eylesin. Öğretmenlik vasfını işin içine koyarak biraz sert bir ifadeyle, biraz da beni tedip ederek dedi ki, “Bak sakın ha, sakın ha! Sen o oturduğun koltuğun kıymetini biliyor musun?” Ben bir şaşırdım, bir edepsizlik mi yaptım, bir hata mı ettim diye düşündüm. Dedi ki “Bak sen o oturduğun koltuğun…” hatta sonrasında çoğul olarak “Sizin o oturduğunuz koltukların manevi kıymeti başkaları tarafından bilinse, onlar malını-mülkünü, varını-yoğunu satar, sizin o oturduğunuz koltuklara oturmaya çalışırdı.” Annem böyle deyince ben hemen dilimi yuttum, işi orada bitirdim. Annem bizi hep hayra teşvik ederdi, hep hayır üzere olmamızı teşvik ederdi. Nerede bir düşkün var, sıkıntısı olan var; hemen onunla ilgilenirdi. Dersiniz ki “Yaşlı başlı kadın, kendine bir hediye aldırsa, bir şeyler istese, bize bir talimat verip bir şey yaptırsa…” Bir gün bile “Beni alıp bir yere götürün” dememiştir annem, demiştir ki “Aman oğlum şu kızı okutalım, şu çocuğa kıyafet yollayalım” diye hep böyle hayra teşvik etmiştir. Allah rahmet eylesin. Biz ondan bunu duyduk, o da bize daha bir kamçı oldu, teşvikçi oldu. Elhamdülillah o gayretle de bir şeyler yapmaya çalıştık.
Sizin bir taksiciyle yaşadığınız çok etkileyici bir hikâyeniz var. Anlatabilir misiniz?
Çok iyi hatırlattınız ben de çok etkilendim ondan, çok spontane gelişmiş bir olay. Doğrusunu isterseniz o beni o anda değil belki ama daha sonrasında ağlatan bir olay. O zaman Ankara’da başka bir kurumda çalışıyordum, İstanbul’da bir işim vardı, koştura koştura Fatih’e gittim. Fatih Belediyesi’nde bir işim vardı, onu halledip çıktım. Hemen orada taksi kovalıyorum. Bir taksi geldi, bindim. O arada taksiciye bir telefon geldi, taksici hayıflanarak telefonu açtı, “Tamam kızım, halledeceğim kızım, tamam yavrucuğum, anlıyorum kızım” vs. dedi ve telefonu kapattı. Aradan 20-30 saniye geçtikten sonra adam dedi ki, “Ağabey ben o kadar mahcubum ki bu kızıma karşı, bu kızım tıbbiyede okuyor, son sınıfa geldi. Stajının son çalışmalarını yapıyor. Bugün oraya yatırması gereken bir harcı var, onu tamamlayıp yollamam lazım.” Ben de bir taraftan dikkatle dinliyorum ve içimden geçiriyorum “Acaba adam başka bir şey peşinde mi?” Hem tereddüt içindeyim hem dikkatle dinliyorum. Sonra adam başladı ağlamaya, beni bilmiyor, kim olduğumu bilmiyor, yoldan geçen bir taksici, ben de binmişim; o Allah’ın kulu, ben Allah’ın kulu. Adam dedi ki “Bu kızım var ya abi, beni adam etti; beni ıslah eden, beni Cuma namazına başlatan, bana hep iyiliği emreden bir çocuk bu. Tıbbiyeyi kazandı, tıbbiyenin son sınıfına geldi ve bugün harcı yatırmam lazım. Bu kızımı Deniz Feneri aldı, beşinci sınıfa kadar okuttu fakat bu olaylardan dolayı, Deniz Feneri’ne yapılan algı operasyonundan sonra adamcağızlar sıkıntıya düştüler, bütçelerindeki daralma sebebiyle yardım edemez hale geldiler. Ben de taksici olduğum için zorlanıyorum, kızım iki senedir harçlarını kendisi ödemek zorunda kalıyor.” Şimdi tabi benim içimde bir fırtına esmeye başladı. Adam bir taraftan da hüngür hüngür ağlıyor. “Bir dakika kardeşim, sen niye üzülüyorsun?” dedim. “Abi geceden beri çalışıyorum o parayı toparlayamadım ve bugün yollamam lazım.” dedi. “Deniz Feneri mi yaptı?” dedim. “Evet abi, Allah kahretsin Deniz Feneri’ne bunu yapanları” diye bir de kahır okudu adamcağız. Çünkü biliyor, yaşamış, yani kızı kendi kızı; ondan istifade etmiş, kızcağız çiçek gibi okumuş, tıbbiyenin sonuna gelmiş. Tabi ondan sonraki olay daha da enteresan. Dedim ki “Kardeşim tamam, senin işini halledeceğiz.” “Nasıl olur?” dedi, taksiyi hemen sağa çekti. “Halledeceğiz, şimdi Eminönü’ne yetişmem lazım” dedim. Sonra devam etti ama bir taraftan da dönüp dönüp bana bakıyor. Dedim ki “Benim tedarikim var, ben o parayı halledeceğim. Deniz Feneri bu kadar yardımcı olmuş kızına, kızının da sana bu kadar faydası olmuş, o kızın bizim de kızımız.” Neyse o arada Eminönü’nde Ticaret Odası’nın önüne gelince ben indim, çantamda bir zarf olur benim. Çantamdan o zarfı çıkarıp parayı takdim ettim ama bir şey demedim. Adam elimi öpmeye kalkıyor “Abi seni kim yolladı?” “Beni kimse yollamadı, sen dua etmişsin, kızın dua etmiş, Allah da senin işini halletti işte bak, kızının işini halletti” dedim. Adamcağız ağlaya ağlaya, teşekkür ede ede gitti.
Şimdi buradaki olay şu: O kızcağızın gönlü, adamcağızın gönlü; bir de Deniz Feneri’nden istifade etmesi ve de Deniz Feneri’yle iltisaklı/irtibatlı birinin o taksiye binmesi. Yani Allah’ın bu işine akıl sır ermez. Elhamdülillah orada işi görüldü, halloldu. Adam da sevindi ama ben bir şey daha öğrendim. Eskilerin tabiriyle kıssadan hisse var ya hani; Biz çok doğru bir yoldaymışız. Çünkü mahsulü gördük orada. O kızcağızın hem babasına faydası olmuş hem tıbbiyeyi bitirmiş. Bunun gibi çok olaylar var, bizim vesilemizle okuyan, birçok şeye şahit olan ve istikametini bulan. İstikamet dediğimiz de şu: insan olmanın gereği, kul olmanın, vatandaş olmanın gereği. Biz kendimiz için bir şey beklemiyoruz, Deniz Feneri bize bir menfaat versin diye beklemiyoruz. Yani ahlaklı güzel insanlar olun, ailenize, memleketinize, ümmete ve insanlığa faydanız olsun. Bu örnek çok manidar bir örnek, bu da yaşadığımız bir olay. Çok teşekkür ederim hatırlattığınız için, beni çok etkileyen olaylardan biridir. Çünkü hiç kurgu değil, tamamen spontane, olduğu gibi, ayan beyan bir hadisedir bu. Allah razı olsun bütün vesile olanlardan.